Pages

Tuesday, February 06, 2007


Özgürlük, onu anlamaya çalıştığım zamanlarda çok zor gelmişti bana.

Birçok şekilde olabiliyordu, ama aynı zamanda imkânsızdı da. En kolay tersinden açıklanabiliyor ancak bu bile yetersiz kalıyordu.

Yani özgürlüğün olmadığı halleri ve durumları tarif etmek özgürlüğü tarif etmekten görece daha kolay, daha kestirme olabiliyordu.

Hani ortaokul yıllarında “özgürlük nedir?” sorusu karşısında zorlayıp, zorlayıp ortaya tekerlediğimiz “bir başkasının hak ve özgürlüklerinin başladığı yere kadardır,” manzum cümlesinin aslında totoloji olduğunu çok sonra fark edecektim.



Tabii bir de “nedir?” sorusunun aslında soru olmadığını...



Özgürlük nasıldır? Nasıl özgür olunur ya da özgürlük nasıl ortadan kalkar? Asıl sorunun bu olduğunu keşfettikten sonra, özgürlüğün, pratik ve siyasal bir şey olduğunu anlamam zaman aldı. Tabi bütün bunlar yıllar önce, ben kendimi kurarken oldu.



Orta çağda Batılı derebeylerinin keşfettiği bir özgürlük şekli var: ‘Kuş özgürlüğü’.

Hizmetinden memnun olmadıkları ya da artık bakmak istemedikleri serflerine uyguluyorlar.

Kölesine “kuşlar kadar özgürsün,” derse bey, bunun bir kuş kadar kolay vurulabilirsin, seni vuran kimsenin malına zarar vermiş olmayacak, bir hukuk sorunu doğmayacak” demek. Ortaçağ siyasetinin özgürlük anlayışının bir kısmı bu, kalan kısmı malumunuz .



Ne yazmıştı son yazısında Hırant Dink? Okumaktan helâk olduk ama tekrar olsun ‘Güvercin Tedirginliği’.

Hrant Dink’in yukarıdaki analojiyi bildiğinden artık eminim. Yazısı adres vermeden aynı sahipsizliği ve tedirginliği açıklıyor. Sadece “benimkisi kuş özgürlüğü millet, dilediğim gibi öterim ama dileyen de sesime gelir beni vurabilir” mi demesi gerekiyordu?

Bu ne kadar onur kırıcı bir yalnızlıktır ve acaba ona koruma vermeyen devlet mi sorumludur bu işten?

Hayır hiç birimiz Hırant Dink değiliz; 301’den yargılanırken suratına tükürmeye gelen insan şeklinde köpeklerin önünde bizler durmadık.

Hayır hiç birimiz Hırant Dink değiliz; mahkûm olduğunda “yok canım bize değildir.” dedik.

Hayır hiç birimiz Hırant Dink değiliz; o yalnızdı, kimsenin mülkü değildi, kuşlar kadar savunmasızdı ve bunu biliyordu.

Hayır hiç birimiz Hırant Dink değiliz; o bir taneydi ve koruyamadık, öldürüldü.

Hayır hiç birimiz Hırant Dink olmadığımız gibi Ermeni de değiliz, tıpkı Kürt de olmadığımız, tıpkı Musa Anter, tıpkı Uğur Mumcu ya da Metin Göktepe olamadığımız gibi.

Hayır hiç birimiz Hırant Dink değiliz; onun cesaretinin onda biri yok hiçbirimizde.



Şimdi sabuklayan siyasetçilerimize ve kameralar önünde riyakâr gülücüklerle “yok bu işin bir örgüt bağlantısı, çocuk zaten bu işi yapan,” diyenlere söyleyecek sözümüzde yok tabi. Ne diyebiliriz? Bizler de suçüstü yakalanmadık mı?



Şimdi kendi mülkümüz olmayan ama, dürüst ve doğru şeyler söyleyen kaç tane Hırant Dink kaldı ve sırada kim var?

Bu ülkede hepimiz her şeyi biliyoruz, sorun da zaten burada, bu iki yüzlülükle daha ne kadar yaşayabiliriz. Biz, biz dediğimizde ne anlıyoruz?




 

No comments: